O gün Rika, Silas ve Nia'nın mezuniyetini kutlamaya karar vermiştik.
Bahçeli, ağaçlarda rengarenk ışıkları olan güzel bir yer vardı, oraya gitmiştik.
"E haydi arkadaşlar, şerefe!"
Herkes bardaklarını tokuşturdu. Kimimiz alkol alıyor, kimimiz kola ya da limonata içiyordu.
"Sizinle de seneye içeriz artık." dedi Rika henüz reşit olmayan bizlere.
Güneş batıyordu, ağaçlar oturduğumuz masaya gölge yapıyordu.
Herkes keyifli bir şekilde yemeğini yerken Nia tereddütle sordu:
"Üniversiteye gitsek bile ayrılmayacağız, değil mi? Sonuçta hepimiz farklı şehirleri tercih edebiliriz. O zaman ne olacak?"
"Böyle şeyleri düşünme. Sık sık birbirimizi ziyaret ederiz. Hem tatillerde herkes evine dönecektir."
diye yanıtladı Rika.
Borys pek mutlu gözükmüyordu. Elimi yanımda oturan Borys'in omzuna koydum.
"Borys, iyi misin kardeşim?"
"Ha, evet, neden ki?"
"Mutsuz görünüyorsun. Onlardan ayrılacağımız için mi?"
Borys göz ucuyla Rika'ya baktı. Ardından yanıtladı: "Biraz. Bizden daha iyi arkadaşları olur mu dersin?"
"Olursa onları da gruba dahil ederiz." dedi Silas. "Sizden kopmamızın imkanı yok."
Rika da Borys'e bakıyordu, ne diyeceğini şaşırmış gibiydi.
Herkes durumu fark etmişti, bu ikisi artık aralarındaki çekimi saklayamıyorlardı.
Bu ikisinin konuşmaya ihtiyacı var, diye düşündüm ve bir anda masadan kalktım.
"Siparişlerimiz hala gelmedi, benim gidip bir kontrol etmem lazım."
Bana bakmakta olan Drake'e göz kırptım. Anlamış olması umuduyla yerimden kalkıp içeri doğru gittim.
Silas ve Nia'nın da arkamdan geldiğini gördüm. Geriye yalnızca Drake kalmıştı.
Silas ve Nia yanıma geldiler. Elimi başıma koydum.
"Off, bu salak! Kalk oradan."
"Anladığından emin miyiz?" diye sordu Silas.
"Aramalı mıyız sence? Buraya acil gelmesi gerektiğini falan söyleriz." diye sordu Nia.
"Peşine Rika ve Borys'in takılma ihtimali de var. Riske atamayız. Kendisinin durumu anladığını umarak uygun bir bahane bulup gelmesini beklemeliyiz." diye yanıtladı Silas.
Birkaç dakika geçti, Drake hâlâ hararetli bir biçimde Rika ve Borys ile konuşuyordu.
"Belki de şüphe çekmemek için oturuyordur. Hepimiz birden kalksak anlarlardı durumu." dedim.
"Anlasalar ne olur ki?" diye yanıtladı Nia. "Ortalıkta olmadığımız sürece baş başa kalacaklar."
Birden Drake'in masadan kalktığını gördük. Hemen yanına gittik. Bizi görünce şaşırdı.
"Aaa, siz burada gruplaşmış ne yapıyorsunuz?"
"Drake, neden bu kadar geç kaldın?" diye sordu Nia.
"Neye geç kaldım?"
Ah, bu çocuk cidden anlamamıştı. Onu buraya getiren şey neydi merak ediyordum.
Silas, Drake'in sorusunu yanıtladı: "Rika ve Borys'i yalnız bırakmak için geldik buraya. Sarp sana göz kırptı hatta."
"Ha, onu o yüzden mi yapmıştı? Ben de bana yürüyor sandım."
Bağırdım: "Ne alaka be!?"
"Off, neyse. Tuvalete gidecektim, önümden çekilir misiniz artık?"
"Tut çişini de şurada geç, izle şunları." dedi sinirle Nia.
"Ya bana ne onlardan? Tuvaletim var, çekilsene. Üstüne işerim bak."
Boğuk bir şekilde güldüm, daha doğrusu kendimi gülmemek için zorla tuttum.
Nia daha da kızdı: "Cidden pisliksin, Drake."
"Yani, ne yapayım? Çekil hadi."
Silas güldü: "Bırak Nia, gitsin. Zaten çoktan konuşmaya başladılar. Görev başarılı."
Gerçekten de Rika ve Borys, ciddi bir konuşma yapıyor gibi gözüküyorlardı.
Bir süre sonra Rika, Borys'i dudaklarından öptü.
Nia, Silas ve ben çığlıkla karışık bir ses çıkardık. Tam o sırada Drake geldi: "Ne oldu, ne oldu? Niye bağırıyorsunuz?"
"Drake, şuraya bak!" dedi Nia.
Drake, Rika ve Borys'e baktı ve dilini şıklattı.
"Vay, vay, vay... Alev aldı buralar."
Bense utanmıştım, hem onlar adına sevinmiştim, hem de aklımda bir soru vardı: "Herkesin içinde utanmadan nasıl yapabildiler?"
...
POV: Tanrısal
Rika, Drake'in gidişiyle bir şeylerin farkına varmıştı.
"Ah, aptallar! Ne yaptıklarını biliyorum."
Borys de anlamıştı: "Sanırım ben de."
"Sırf senin hakkında dediğim o şey yüzünden aramızda bir şey olabileceğine inanıyorlar. Ne saçma!"
Borys sırıttı: "Demek sonunda itiraf ettin. Ne diyeyim, bu vücut için çok uğraştım."
Rika kızardı ve şaşkınlaştı. "N-ne? Ne diyorsun, ne demişim ben?"
Borys iç çekti.
"Aramızda bir şey olamaz mı yani?"
Rika daha da kızardı. Beyni, soruyu algılayamamış gibiydi.
"N-ne?"
"Sınavının iyi geçtiğini söyledin, büyük ihtimalle bir üniversiteye yerleşeceksin. Üniversiteyi de şehir dışında okumak istediğini söyledin."
"Ee, ne olmuş yani?"
Rika gitgide daha da kızarıyor, kalbi daha hızlı çarpıyordu.
"Ben... seninle gelmek istiyorum. Seneye sınavı kazanıp yanına geleceğim. Beni bekler misin?"
"B-ben tabii ki beklerim de, tam anlayamadım. Neden beklememi istiyorsun?"
Borys bu sefer gözlerini kaçırdı.
"Senden hoşlanıyorum. Üniversitede benden başka bir erkek arkadaşının olabileceği düşüncesi beni mahvediyor. Hakkım yok, elbet ama-"
Rika birden Borys'in dudaklarına yapıştı. Borys belli ki bunu beklemiyordu ama karşılık verdi.
Rika geri çekilince ikisi de güldüler ve başka yerlere baktılar.
"Sanırım bu kabul ediyorum demekti, değil mi?" dedi Borys yavaşça.
"Öyle..."
Tekrar birbirlerine baktılar. Rika suratını çevirdi: "Bakma öyle, ne diyeceğimi bilemiyorum."
Borys güldü: "Peki..."
Bir süre sonra Sarp ve arkadaşları geri geldiler.
...
POV: Sarp
O akşam Rika ve Borys'in çıkmaya başladığını öğrendik. İkimiz de onları tebrik ettik ve o gece eğlenmeye devam ettik.
Aradan yaklaşık 3 hafta geçti ve sınav sonuçları açıklandı. Rika, Nia ve Silas gerçekten de güzel yerleri kazanmıştı, bir tek Nia buradaki Lichteria Feloria Üniversitesini kazanmıştı. Ben de bir sene sonra onunla aynı okula gidecektim. Zaten annem de orada öğretim üyesiydi. Yakın zamanda profesör ünvanını almıştı. Kariyer basamaklarını hızla tırmanıyordu, hem annem olarak hem de iş kadını olarak onunla gurur duyuyordum.
Aslında arkadaşlarımın üniversiteyi kazanışını kutlamaya gidecektik, ama ben o gün çok fena hastalanmıştım. Oldukça fazla ateşim vardı ve evde dinleniyordum.
Annem de işten erken gelecekti, gelirken de bana ilaç alacaktı.
Hasta olduğum için diğer arkadaşlarım buluştular. Benim olduğum bir gün buluşmak için ısrar etmişlerdi ama ben onlara ısrarla gitmelerini, benim için endişelenmemelerini söyledim. En son kabul ettiler.
Bir duş aldıktan sonra ateşim biraz düşmüştü. Biraz dinlenmek için yatağa uzandığımda annemin ani telefonuyla uyandım.
"Sarp! Hemen eşyalarını topla, dağ evine gidiyoruz."
Anlam verememiştim. Hasta olduğumu biliyordu, öyleyse neden benden bunu aceleyle istiyordu?
"Anne, neler oluyor? Ne oldu aniden-"
Annem lafımı kesti.
"Sarp, savaş başladı. Çarşı dahil birkaç yere bomba atılmış. Acilen güvenli bir yere gitmemiz lazım. Birkaç dakikaya evdeyim. "
Birden tüm kanımın çekildiğini hissettim. Annemin dedikleri gerçek gelmiyordu. O bir askerdi, askeri bilimler bölümünde akademisyen de olsa savaş geldiğinde savaşması gerekebilirdi.
Eğer annemin savaşması gerekiyorsa, ona ne olacaktı? Sağ çıkabilecek miydi? Bu korkuyla, onu kaybetme korkusuyla nasıl başa çıkacaktım. Peki ya can güvenliğim? Ben de yaşayacak mıydım? Ölecek miydim?
Annemin dediklerini tekrar düşündüm. Savaş... bomba... çarşı. Hepsini beynim algılamaya çalıştı. Ardından bugün tüm arkadaşlarımın çarşıya gittiğini hatırladım. Ellerim uyuştu, tutmuyordu. Telefonu yere düşürdüm.
Telefondan annemin sesi geliyordu:
"Alo, Sarp, orada mısın? Alo? Sarp, oğlum?"
Ağzımdan tek bir kelime çıktı: "Hayır..."
Telefonda annem hâlâ bağırıyordu. Bir süre sonra telefonu kapattı ve tekrar aramaya başladı.
Telefonum çalıyordu, bense duyduklarımı idrak etmeye çalışıyordum. Annem son birkaç haftadır beni bir savaşın çıkabilme olasılığına hazırlıyordu, hatta dışarıya çok nadir yolluyordu. Arkadaşlarımla da kalabalık yerlerde buluşmamaya çalışıyorduk, ama o gün özellikle çarşıda bir mekan çok övüldüğünden denemek istemiştik.
Eğer reddetseydim; beni bekleyin, iyileştiğim zaman kutlarız deseydim belki de...
Ama şu an kötü düşünmek için çok erkendi. Belki de henüz gitmemişlerdi, ya da uzakta bir yerdeydiler, ya da çoktan gitmişlerdi?
Olumlu düşünmeye çalışıyordum ama bu beni sakinleştirmiyordu.
Gözyaşlarım elimde olmadan süzülmeye başlamıştı. Ellerim titriyordu, olduğum yerd iki dizimin üstüne çöktüm.
"Hayır..."
Ağzımdan "hayır" dışında başka bir kelime çıkmıyordu. Yalnızca tekrar tekrar bunu söylüyor, telefonun ısrarcı araması eşliğinde gözyaşlarım odamdaki parkenin üzerine düşüyordu.
En son bir kapı açılma sesi duydum. Annem içeri girmişti.
"Sarp! Oğlum, sakin ol!"
Annem direkt bana sarıldı.
"Oğlum, sakin ol, Sarp! Yaşayacağız, tamam mı? Dağ evinde kaldığımız sürece güvende olacağız."
Gözlerimi yerden ayırmadan, donuk bir ses tonuyla sordum: "Peki ya sen? Savaşa gidecek misin?"
Annem bir an duraksadı, sonra yanıtladı: "Gideceğim, ama benim görevim komuta etmek. Çok tehlikeli değil, inan bana."
"Ben de askeri okuldayım. Böyle oturmak yerine ben de savaşmalıyım, değil mi?"
"Hayır, henüz erken! Daha sadece temel eğitim aldın, üniversiteyi bitirmeden olmaz!"
Annem geri çekilip avuçlarını yüzüme koydu.
"Bak bana! Bunları düşünme. Şimdi gitmemiz lazım. Hadi birkaç parça eşya al ve gidelim."
Annem benim yerime bir valiz açıp eşyalarımı doldurmaya başladı.
"Ama arkadaşlarım..."
Annem bir anda bana döndü.
"Arkadaşların mı?"
"Çarşıdalardı."
Annemin duraksadığını fark ettim. Elinde tuttuğu tişörtüm ellerinden kaydı. Ama soğukkanlılığını koruyarak beni yanıtladı: "Korkma. Henüz bir sonuca varmak için erken. Kurtulan çok kişi varmış, o yüzden endişelenme."
Ama onun da korktuğunu ve endişelendiğini anlayabilirdim.
Bir süre sonra öğrendim ki biri hariç tüm arkadaşlarım bombalı saldırıda hayatını kaybetmiş.