---
Kaelen gözlerini kıza dikti, sesi merakla karışık bir ciddiyetle doluydu.
"Sen bir kahin misin?"
Kız, bu doğrudan soruya neredeyse hiç aldırış etmeden başını çevirdi ve Liam'ın getirdiği eti yemeye koyuldu. Hareketleri telaşlıydı, neredeyse vahşiceydi. Açlığın biçim verdiği bir iştahla önündeki et parçasına saldırıyor, ellerini umursamadan parçalıyordu. Etrafındaki sessizlikte çıkan tek ses, etin liflerinin yırtılışına eşlik eden diş gıcırtıları ve hafif çiğneme sesleriydi.
Ufak tefek kız naif görüntüsüne karşın oldukça zıt bir görünüm çiziyordu.
Kaelen, bu sahneyi bir süre sessizce izledi. Kızın ne kadar aç olduğunu görebiliyordu ama içinde bir şeyler huzursuzdu. Gözlerini kıza dikmişken yavaşça Liam'a döndü. Onun da ifadesinde bir şaşkınlık vardı.
Liam, kıza bakarken yutkundu.
"Ya çok cesur," diye düşündü Kaelen, "ya da başından beri zarar görmeyeceğini biliyordu."
Kız nihayet yemeğini bitirdiğinde, elindeki etin suyu parmaklarından bileklerine kadar akmıştı. Kirli ellerini saklamaya çalışmadan Kaelen'e baktı, hafif suçluluk taşıyan bir gülümsemeyle konuştu:
"Öhöm… Bunun için üzgünüm. Gerçekten çok açtım. Şimdiye kadar sadece Liam'ın getirdiği o kuru yemişlerle idare edebiliyorduk. Yemek görmeyeli çok olmuştu. Ve evet, soruna gelirsek… ben bir kahinim."
"Demek mesele bu."
Kaelen birkaç saniye cevap vermedi. Gözlerini onun yüzünde gezdirdi, siyah saçlarının omuzlarına döküldüğü, oniks gibi karanlık gözlerinde bir yansıma aradı. Ama… hayır. Hatırlamıyordu. Önceki hayatında karşılaştığı hiçbir kahin böyle görünmüyordu. Ne görünüşü, ne ismi, ne de hâli tanıdıktı.
Kahinler onun eski yaşamında önemli figürlerdi. Her biri Konsey tarafından özenle korunur, kehanetleri uğruna savaşlar verilir, hatta gelecek onların söyledikleriyle şekillendirilirdi.
Çünkü kim istemezdi ki yanında geleceği görme yeteneğine sahip birini?
Ama bu kız... Bu kız yabancıydı. Kaelen eski hayatında siyah saçları olan siyah gözlü bir kahin hatırlamıyordu.
Kaelen'in yüzü giderek ciddileşti, düşüncelerinin derinliklerine çekildi. Tam o anda Liam araya girdi, Kaelen'in ruh hâlini sezmiş gibiydi.
"Bu kız… Olivia Nightshade," dedi temkinli bir sesle. "Aile dostumuzun çocuğu. Onu Eldorian sınavına kadar korumam karşılığında bizimle geldi. Anlaşmamız böyleydi. Bir nevi paralı asker gibi tutuldum da denebilir. Zamanında Nightshade ailesi bize oldukça yardım etmişti."
Kaelen'in yüzünde aniden bir kasılma oldu. "Nightshade" ismi ağzından dökülürken sesi buz gibi keskinleşmişti. Dişlerini sıkarken dudakları ince bir çizgiye dönüşmüştü, elleri ise istemsizce titriyordu. Bu öfkeyi bastırmaya çalışsa da içindeki yangını gizlemek zorlaşıyordu.
"Nightshade... Demek."
O isim, geçmişinden çıkıp gelen bir hayalet gibi odada dolaşmaya başladı. Nightshade klanı… Kaelen'in hatırlamak istemediği anıların temel taşıydı. Sinsi, gizemli, her zaman gölgelerde hareket eden bir aile. Gelecekte, o karanlık günlerde bile insanlar bu ismi fısıldayarak anardı. Korkuyla, saygıyla… ama en çok da nefretle.
Kaelen bu klanın niyetlerini bir zamanlar sezmişti, ama karşı koyamamıştı. Güçleri, gizli bağları ve kahin kızları… Evet. Şimdi anlıyordu. Ölümünden sonra bile etkilerini hissediyor olması tesadüf değildi. Çünkü şimdi karşısında duran bu kız. Ailesini koruyan, klanı için geleceği şekillendiren bir kahin.
"Ne büyük kayıp," diye mırıldandı Kaelen, iç çekerek.
Liam bu sırada anlatmaya devam etti.
"Olivia, benden nehir kıyısına gitmemi ve oraya birkaç gök yemişi bırakmamı istedi. Sonrasında da biriyle karşılaşacağımı ve o kişiyi buraya getirmem gerektiğini söyledi."
"Ahh bu senin neden söylediklerimi yaptığını anlatıyor. Seni biraz dövmek zorunda kalırım diye düşünüyordum."
Liam derin bir iç çekti ve gülümsedi.
"Çok komikti...."
Ardından ekledi.
'Bu bir şakaydı öyle değil mi?"
Kaelen gözlerini Olivia'ya çevirdi. Bakışlarında ne öfke ne de şüphe kalmıştı artık; yalnızca saf bir sorgulama, derin bir merak vardı.
"Demek en başından bana karşı koymaya niyetin yoktu," dedi.
Olivia başını hafifçe eğerek onayladı. "Evet… bunun bir kısmı doğru."
Kaelen bir adım öne çıktı, sesi daha sertti şimdi. "Peki diğer kısmı ne?"
Bu sefer cevap Olivia'dan geldi. Gözlerinde geçmişin ağırlığını taşıyan bir ışıltı vardı, sesi ise yumuşak ama tedirgin ediciydi.
"Hiç bir kaderin içinde sıkışıp kaldın mı, Kaelen?"
Soru, bir bıçak gibi saplandı Kaelen'in düşüncelerine. Donup kaldı. Cevap vermedi.
O an düşündü. Bu kız, adını hangi gelecekten öğrenmişti? Yoksa geçmişten mi zaten biliyordu? Kahinlerin yetenekleri çeşitlilik gösterirdi ama asıl fark yaratan şey, ne kadar uzağı görebildikleriydi yada ne kadar geçmişi. Ve Olivia... onun sezgileri sıradan bir kahinin çok ötesindeydi, bu artık açıktı.
"Bu durum hakkında birkaç şey duydum," dedi Kaelen sonunda, gözlerini Olivia'dan kaçırarak. "Ama… hayır. Öyle bir şey yaşamadım."
Yalan. Ya da bir yarı-gerçek.
Çünkü aslında yaşamıştı. Önceki hayatında, bir kahinin görüsüne yakalanmıştı. Kaderin çemberine girmiş, yönünü değiştiremeyeceği olayların içine hapsolmuştu. Kaderi kandırmak için olağanüstü bir güç, korkusuz bir irade gerekiyordu. Bunu başarsa bile… kader hep geri dönmüştü. Hep bir yolunu bulup onu yeniden çemberin içine çekmişti. İşte bu, sonsuz bir döngüydü. Ve Kaelen bu döngünün zincirlerinden hâlâ tam anlamıyla kurtulamamıştı. Kaelen böyle hissediyordu.
"Bunu kimse ile paylaşamazdı henüz değil."
Genellikle kahinler, kaderin ağına yakalandıklarını hissettiklerinde ondan sıyrılmak için türlü yöntemlere başvururlardı. Bunlar kimi zaman karmaşık ritüeller, kimi zaman da sessizlik içinde geçen uzun meditasyon seansları olurdu. Amaç, görünmeyeni görürken görünür olmaktan kaçınmaktı. Fakat bu her zaman işe yaramazdı. Kader, kimi zaman tüm öngörülerin ötesinde bir iradeyle akardı.
Kaelen karşısındaki kızın gözlerinde şaşkınlığı fark ettiğinde kaşlarını hafifçe çattı. Bu tür bir tepki onun için anlaşılmazdı. Kahinlerin çoğu zaten geleceği biliyorlardı; doğal olarak, onun vereceği tepkiler de bu bilginin bir parçası olmalıydı. Bu durumda bir şey söylemesinin gereği yoktu — ya da Kaelen öyle sanıyordu.
"Kaderin içinde sıkışıp kalmak… Bu, kahinlerin kaçamayacağı bir sorundur," dedi kız, sesi yorgun ama netti. "Bilmemen normal. Ne yazık ki, gördüğüm geleceklerde… ikinci günün sabahında hepimiz ölüyoruz. Üzgünüm ama bunu engellemenin bir yolunu göremedim."
Kaelen'in içinden geçen şüphe, artık kesinliğe dönüşmüştü. Tam da düşündüğü gibiydi.
"Peki beni neden çağırdın?" diye sordu. Sesi biraz sertti. "Ben daha ilk mana tohumuna bile ulaşmamış bir büyücüyüm. Kaderin seni yuttuğu bir yerde ben ne yapabilirim ki? Benim gibi biri nasıl olur da kaderi alt edebilir?"
"Seni çağırdım çünkü… bizi koruyacak birine ihtiyacımız var," dedi kız, sesi bu kez biraz daha alçak ve yumuşaktı. "Eğer bize yardım edersen, sana borçlanırız."
"Bu büyük bir istek. Neden bu kadar istiyorsun ki? Nightshade ailesini pek duymadım ancak büyük bir klan ailesinin altında bile olsa senin için sorun olmazdı. "
" Bu sınavı geçmek benim ve Liam için oldukça önemli. Sonuçta 6 ay bile olsa Eldorian akademisinde kalmak mana tohumu içinde hayatta kalmamızı ve diğer büyücüler ile ittifaklar oluşturmamızı sağlıyacak."
"Bundan o kadar da emin olma."
Kaelen kısa bir sessizlikle karşılık verdi. Gözleri kızın yüzüne dikilmişti ama zihni bambaşka yerlere savrulmuştu.
"Anlıyorum," dedi nihayet. "Ancak soruma hâlâ cevap vermedin. Benim bir kader düğümünü nasıl yok edebiliceğimi düşünüyorsun."
Kız duraksamadan cevap verdi. "Bilmiyorum."
Bu kısa yanıt Kaelen'in kaşını kaldırmasına neden oldu. Düz ve kendinden emin bir şekilde söylenmişti. Siyah saçlı büyücünün ifadesi, o an için tamamen donuklaştı. Sanki duygularını bir maske ardına gizlemişti.
"Ne dedin?" diye tekrar etti Kaelen, sesinde bir şaşkınlık kırıntısı vardı.
"Bilmiyorum," dedi kız aynı sakinlikle. "Senin bu kader döngüsünü kırıp kıramayacağın hakkında hiçbir fikrim yok. Ancak bildiğim bir şey var. Kaderin ipleri… senin etrafında bükülüyor. Bu çok nadir olur. Kimi zaman insanlar, kaderin merkezine yerleşirler ve—"
"Yeter," diye araya girdi Kaelen. Sesi biraz sertti. "Daha fazla duymam gereksiz. Iğh kahinler hakkında söylenen şeyler cidden doğru. Hepiniz kafayı kader ile yemiş manyaklarsınız."
Kızın söyledikleri, içten içe onu rahatsız etmişti. Bu dünyaya ait olmadığını biliyordu. Kahinler bu tür varlıkları hissedebilirdi. Onun gibi zamanın dışından gelen birini algılamak, onların yeteneklerinin bir parçasıydı. Bu yüzden kaderin iplikleri onu tam anlamıyla saramıyordu. Ama bu durum sonsuza dek sürmeyecekti. Bu dünyada var olmaya devam ettikçe kader onu da sarmalıyıcaktı.
Şimdilik…
Kaelen ağır adımlarla kalktı ve odanın bir köşesine serilmiş yataklardan birine doğru ilerledi. Üzerine oturmadı; bedenini yavaşça bırakıp sırtüstü uzandı. Ahşap döşemenin altındaki kuru yaprakların hışırtısı, odanın sessizliğinde yankılandı. Gıcırtılı bir fısıltı gibi yankılanan ses, gecenin karanlığına karıştı.
Olivia, meraklı gözlerle Kaelen'e doğru eğildi. Gözlerinde açık bir endişe vardı.
"Bize yardım edecek misin?" diye sordu, sesi alçak ama umut doluydu.
Kaelen sırtı dönük şekilde yanıtladı. Sesinde yorgun bir sertlik vardı.
"Cevabını bildiğin soruları sormaktan vazgeç. Bu sinir bozucu."
Kız bu cevaba ufak bir kıkırdamayla karşılık verdi. "Hehe…"
Bu hafif kahkaha, Kaelen'in gözlerini hafifçe aralamasına neden oldu. Hayatında ilk kez bir kahinin böyle güldüğüne şahit oluyordu. Bunun bile kendi başına garip bir talih olduğunu düşündü.
Odada başka bir hareket oldu. Liam, başından beri sessizliğini koruyordu. İkilinin konuşmalarını anlamaya çalışmış, bazı yerlerde gözlerini kısarak dinlemişti ama sonunda pes etmişti. İç geçiren bir sesle Olivia'nın hazırladığı yataklardan birine kendisini bıraktı.
O da bugün çok fazla şey yaşamıştı ve biraz olsun dinlenmeyi hak ediyordu.
-